31 Ekim 2014 Cuma

Hayata şeker atıp karıştırmak keşke mümkün olsaydı.

Hayata şeker atıp karıştırmak keşke mümkün olsaydı. Buna o kadar çok ihtiyacımız var ki.
Sırf bunun için eminim birçoğumuz bozabilir rejimini. Şu hayatta ağız tadı kadar önemli olan zaten ne var ki? Vücut ölçülerimi? Hepsi laf hepsi hikâye! Mühim olan gözler dolmadan hayatın tadına varabilmek değil mi? Ve ya aldığımız nefesi, “offf” demeden verebilmek güzel olurdu sanki! 
Ya da çorbaya üfler gibi acılara üfleyip soğutabilmek, böyle bir şansımız olsaydı, daha az “yanardı” canımız belki. Çünkü yaşadıklarımız sonrası ağzımız o kadar çok yandı ki, komik belki ama “yoğurdu bile üfleyerek yemeyi” düşünmüyor muyuz şimdi.
Ve şu “kırgınlıklarımız”; elle tutulup gözle görülmüyorlar ama ağırlıkları o kadar çok hissediliyor ki, soyutlukla ilgili bir ağırlık birimi olsa, eminim “1 kırgınlığın karşılığı 1 ton” gelirdi!
Bundan bir sonra yaşayacağın kırgınlık, bu güne dek “çalıştığın yerden” mi çıkar bilmiyorum ama ne yaparsan yap “üzülmemeyi” bir türlü öğrenemiyorsun “kırıldıktan” sonra!
Yine üzülüyorsun, yine üzülüyorsun.
Üzülmek; kimin de gözyaşı, kiminde çalan bir şarkıyla gözlerin dolması!
Bir başkasının da kahkahaların ardına saklanması!
Sen “üzüntünü” nasıl yaşıyorsun bilmiyorum ama yumuşacık yastığının bile uyuman için yeterli olmadığını biliyorum kırıldıktan geceler bile sonra!
…ve el, ayak kırıkları bir tarafa; Tıp’ın da kalp kırıklarına çare olamadıktan sonra “çok ilerlediği” fikri bence çok saçma! Herkesin "kırıkları duruyor" ama "tıp ilerliyor" bizene! Zaten bu fıkra beni her zaman çok güldürüyor(!) Daha fazla uzatmıyorum. Kırgınlık nedir benden çok daha iyi bildiğini biliyorum. Ama dünya küçük bakarsın bir gün karşılar, uzun uzun anlatırız.
Çay çorba mühim değil ama sıcak bir güleryüzün varsa alırım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder