31 Ekim 2014 Cuma

emin ol ölmeyeceksin

Hayatınızdan çıkarmanız gereken insanlar olur bazen etrafınızda. 
...ve bir son vermek gerekebilir varlıklarına. Her şeyden önce bunu kendine itiraf etmekten korkma. Gerçeklerle yüzleşmek bu gün olmasa da sonrasında seni mutlu edecek inan bana.
Gerçeklere gözlerine kapatarak,
Her gün biraz daha fedakarlık yaparak,
Hiç bir şey yok her şey yolundaymış gibi yaşamak, seni mutsuz etmekten başka hiç bir işe yaramayacak yalancı mutluluklarla yaşamak.
Cesur ol! Giden gitsin, inan bana ölmeyeceksin! 

sen ordan yudumla ben hissederim

Kendinle ilgili hiç bir şeyi hiç kimseye açıklamak zorunda değilsin. 
Neyi neden yaşadığını yalnızca sen biliyorsun. Ne olunca ne yapacağını, neyin karşısında nasıl bir hal takınacağını senin bugüne kadar yaşadıkların belirliyor ve hiç kimse senin şimdiye kadar ne yaşadığını bilmiyor. Seni davranışların sonrası yadırgadıklarında aldırma çünkü hiç kimse aslında seni tanımıyor. "En yakının olduğunu" sananlar bile içindeki seni bilmiyor. Oysa nice yutkunuşlar, yaşanmışlar içinde saklanıyor ve hiç kimse bilmiyor. İşte "yalnızlığın" burdan geliyor. Bende yalnızım gel kahve içelim. Sen ordan yudumla ben hissederim. 

ılık süt iç yat

Olanı biteni bir kenara bırak, oldubitti geçti gitti. 
Tabi izler var mutlaka ve biliyorum bir şeyler hep aklında. Canın sıkılıyor, uykuların kaçıyor! 
Her ne yaşadın bilmiyorum ama hepimiz aynı şeyleri yaşıyoruz inan bana.
Ama önemli olan, bir şeylere rağmen ayakta kalmak. Ayakta kalabilmek içinse "unutmak!"
Artık üzülme, en azından “üzülmemek mümkün değil” deme. 
Hayatta her şey mümkün artık kendine yalan söyleme!
Düşünme hadi kalk yat.
Olan biteni,
At çö-pe at.
I-lık süt iç yat.
Daha sana güzel rüyalar uğrayacak sonrası zaten “sabah.” 

Benim yolum hiç saraylara çıkmadı.

Benim yolum hiç saraylara çıkmadı. Hep bir şeyler için mücadele etmem gerekti. Ucundan biraz yakalayınca yetmeliydi belki de benim imtihanım, güzelliklerin zerresiyle mutlu olabilmekti. Bu yüzden severim belki de yavan ekmeği ve galiba bu yüzden hiç aramam sofrada bir kaç çeşit yemeği. Ya da başka bir şeyde başka bir şekilde, benim için mutluluk hep yetinebilmekti.
Bu yüzden kahvede köpüğü, çilekte krem şantiyi, baklavada dondurmayı çok aramadım belki. Çünkü beklentilerin en büyük özelliği hep yaralamak içindi. Benim bir çikolatam bile olmadı mücadele etmeden. Anlarsın beni, söylemek istediklerimi; yaşadıklarım tıpkı senin savaşların gibi.
Mücadele ve sonunda yüzde yüz mutluluk değil, "yetinebilmek" diye bir şey var. Neyse uzatmıyorum, daha mücadele etmem gereken bir hayat var.
Senin gibi..!

Senin hayatın, düğün salonu pisti değil ki

İnsanların sana, yaşayışına ve hayatına karışmaları senin müsaade ettiğin kadardır. 
Hayatın hakkında rahatça konuşabilen insanlara kızma, unutma sen izin verdiğin için dahil oluyorlar hayatına. 
Hayatına karışanlara “sanane,” hakkında düşündüklerine “banane” demedikçe mutluluk zor! 
Hayatına ve sana müdahil olan insanlardan yorulduysan eğer,
Önce kendine çeki düzen vermelisin
Mesela kimsenin senin yerine düşünüp
“hayatın oyun sahnesiymişçesine” dilediğince oynamasına izin vermemelisin.
Senin hayatın, düğün salonu pisti değil ki, tüm tanıdık,
Hısım, akraba dilediği gibi üzerinde eğlensin!
Kendine gel!
Hayat senin hayatın, iyisiyle kötüsüyle, ona yalnızca sen şekil vermelisin! 

…ve akıl her şeyi açıklamaya yetmeyebilir!

Hiç kimse için doğrularından
vazgeçme!
Kendine saygını bir kez kaybedersen,
“şeytan aldı götürdü” bile kurtaramaz seni!
İnsanın doğruları ve prensipleri önemlidir;
Onlar; beni ben, seni sen yapan şeylerdir!
Belki elle tutulup gözle görülmezler ama,
Prensiplerinin, en az varlığın kadar gerçek olduğunu aklından çıkarma!
Ve çok daha garip olanı “soyut doğrularını” kaybedersen
“somut varlığının” hiçleşeceğini unutma!
Garip dimi?
Üç yanlış bir doğruyu gibi; soyut, somutu götürebilir
…ve akıl her şeyi açıklamaya yetmeyebilir!

Bu akşam da rimelle uyuma!

Ne demek "canım hiç bir şey istemiyor!" "Hiç halim yok, elim kolum kalkmıyor!" Saçmalama, kalk ayağa! Ayıp olacağını bilmesen kılığına kıyafetine de dikkat etmeyeceksin galiba? Peki o saçlarının hali ne? Kıranlardan çok daha değerli, zamanında annenin öperek taradığı o "ipek" saçlarının tek bir teli unutma! Hem sen nasıl vefasızlık edersin, değmeyecek insanlar için, annenin dudaklarının değdigi saçlarına? Püskül mısırda güzel durur tarlada, kim dedi "saçlarda püskül moda" diye sana. Kendine gel!
Ayrıca göz yaşı hiç yakışmıyor yanaklarına ve artık özen göstermelisin kırılan şu tırnağına.
Birazda kendini düşünsen her şey nasıl da güzel olacak aslında.
Geçecek bitecek gidecek! Ama sen, saçlarına bakmıyorsun, tırnağına özen göstermiyorsun, öyle bir "bitkinlik hali" televizyonu bile yatarak izliyorsun. Canını sıkan her ne zıkkımsa geçmemesi için elinden geleni yapıyorsun!
"Canım hiç bir şey istemiyor" diyip duruyorsun! Ne yani canın şimdi dondurma bile mi istemiyor?
Bi nefes al, rahat bırak kendini, göreceksin geçmez dediğin şeylerin nasıl da geçtiğini. Mesela şimdi başla kalk elini yüzünü yıka. Bu akşam da rimelle uyuma! Zaten canın yanıyor, bir de gözlerin yanmasın sabah uyanınca.

Bırak kalsın o "salaş" halin yatakta.

Her şey güzel olacak inan bana.
İnan, bugün üzüldüğün şeyler için üzüleceksin sonrasında. Hiç gerek yok, tek varlığın güzelim canını sıkmaya. Tabi ki üzüleceksin, belki de ne yapacağını bilemeyeceksin bazı zamanlarda ama en fazla ne olur biliyor musun? Ben iki gün daha hüzünlenirim, sen iki gün daha, "senin için yazılmış şarkıyı" dinlersin, diğeri bir kaç gün, biraz daha fazla alışveriş yapar, öteki iki gün daha kendini yemeye verir, bir başkası üç gün daha kahve fallarıyla ümitlenir ya da papatya fallarıyla hüzünlenir, diğeri saçını kestirir, fön çektirir.
Geçer gider olur biter.
E tabi bu arada göz yaşı da olabilir ama olsun, insanın içi temizlenir.
Yok Pollyanna falan yemedim lütfen öyle düşünme.
Ne mutluluk ne hüzün; hiç bir şeyin "sonsuz" olmadığını biliyorum sadece.
Geçecek göreceksin.
Yeterki sen dikkat et kendine; kılığına kıyafetine, yemene içmene.
Ben de seviyorum; doğrudur salaş bi tshirtle gece oldukça rahat edilir yatakta, ama rica ederim kendini "salma."
Bırak kalsın o "salaş" halin yatakta.
Her şey yerli yerinde gülerken görmeli insanlar bizi di mi?

Boş ver, kahve var içer misin? Ya da dolapta puding, ister misin?

Hayatta her zaman "doğru" yapamazsın yanlışların da olacak. Yanlış tercihlerin yanlış kararların. An olacak Yanlış zamanda yanlış yerde olacaksın. Ki ben bunu cok yaparım elimden kör eşek yem yemez ama bu konuda bi harikayım. işte buna insanlik hali diyoruz, Tadını çıkar, senin melek olmak gibi bir sorumluluğun yok ve hiç birimizin dört dörtlük olmadığını hepimiz biliyoruz. Sen bakma hataların için şöyle böyle diyenlere, burunları hava da olduğu için görmüyorlar kendi parçalarından akan hataları bence(!) O yüzdendir senin hatalarin için "vurun kahpeye" pozunda kendilerine başrol
biçmeleri. Onlar Komikcikler(!)üzülme değmezler.
O kadar mükemmellerse ağızlarında kaşık yumurta hadi bakalim düşürmeden yürüsünler. Ama bunu bile beceremezler! Çünkü bir kez yaratılmış "hata" önüne geçemezler.
Ama sen, kaşık yumurta bi tarafa hayatla kol kola yürümeye çalışıyorsun. Hataların olacak tabii ki ama onlar bunu düşünemezler.
Neyse konuşmaya bile değmezler(!) Senin icin de her zaman iki kere iki dört etmeyiversin.
Her şeyin mükemmel her halin harika olmayıversin.
Boş ver, kahve var içer misin?
Ya da dolapta puding, ister misin?

aç veya tok karnına sekiz saat aralıklarla antibiyotik falan kurtarmaz bu halsizliği!

Bence üstündeki bu “kırgınlık” ne üşütmeden ne havalardan; şu bir türlü kapanmayan yaralar halsiz düşürüyor seni zaman zaman.
Nane limon iyi gelir mi bilmiyorum ama yatak yorgan da yatsan geçmez sanmıyorum.
Bence en güzeli olup biteni bir kenarı bırakıp yeniden doğmak belki?
Yeniden doğmak mı? Bence her şeyi unutmakta gizli!
Yoksa aç veya tok karnına sekiz saat aralıklarla antibiyotik falan kurtarmaz bu halsizliği!
Önce bir çeki düzen vermelisin kendine ve herkesten önce, esas olanın yine sen olduğunu hatırlat kendine.
Başkaları üzsün diye ninniler söyleyerek büyütmedi annemiz.
Üzüldüysen de yas tuttuysan da yeter artık kendine gelmelisin!
Dua mı eder silkelenir misin bilmiyorum. Ne yaparsan yap ama kapat o eski yaraları.
O eski yaralar ki çatlak diş sızısı; zehir ediyor olur olmadık anları. Tatlı bile yesen sızlıyor, tatlar bile tat vermiyor bugün can yakıyor!
Öyle yıprandın öyle kabuğuna çekildin ki, için de bir “güvensizlik” hali!
Emin ol biliyorum, o kadar incittiler ki seni, saç uçlarına kadar yorgun, kirpiklerine kadar kırgınsın belki!
Ayaklarını bile karnına kadar çekip yatıyorsun geceleri çünkü artık güvende hissetmek istiyorsun kendini dimi?
Ama öyle köşeye çekilip saklanmak mutlu etmez seni. Hadi zorla biraz kalk ayağa.
Unutma!
Kimsen yok değil, tut ellerini kendini hiç bırakma!
Daha kimin olsun hayatta?

Bol limonlu bol bamya yiyin!

Çıktığım hiç bir yol sonrası çıktığım gibi kalamadım.
Her adımda biraz daha başkalaştım.
Yaşadığım onca şey,
değişti, tüm olan bitene bakışım.
Kendi gibi kalamıyor insan.
İlk hali,
İlk el, el değmemiş, yıpratılmamış falan.
Yaşadıklarınla yoğuruyor seni zaman.
"Yedisinde neyse yetmişinde de o" değilmiş zaten insan.
Öyle bir an oluyor!
Anlıyorsun "yapmam" dediklerini yaptığın zaman.
"Sevmiyorum" der bamyayı yemeyebilirsin.
Kalabalıkta dün olduğu gibi bugün de kendini huzursuz hissedebilir,
Önceden olduğu gibi yine "gelmiyorum" diyip gitmeyebilirsin.
Ya da "kendini bildin bileli uykuyu çok seviyor" olabilirsin.
...ama bütün bunlarda olduğu gibi sana bırakılmayan şeylerde var bilirsin.
Bazı şeylerin "bamyayı sevmiyorum" diyip sofradan kalkmak kadar kolay olmasını bende isterdim.
Ama tüm yaşadıkların senin tercihin değil ve çok "huyumdan" vazgeçtim.
An olur bazen vazgeçmek zorunda kalırsın bilirsin.
Zaten hiç bir zaman eve bile çıktığın gibi dönemezsin...
Gördüğün, yaşadığın onca şey;
Hergün biraz daha değişirsin.

Pardon unutmadan...
Bir de ülsere sebep olan insanlar var...
Bamyanın ise ülseri önlemede önemli bir etkisi var.
Bol limonlu bol bamya yiyin!

Bu işyerinde daha önce verilmiş "değere" karşı grev var!

Sahiplenip değer verdiğim her hangi bir konuda, eğer yanlış giden bir şeyler varsa kızabilirim, bağırabilirim, sesim yükselebilir, kırabilirim. 
Tek derdim değer verdiğim kişi yada her hangi bir seyin, bende ki yerini kaybetmemesidir! Bu anlamda tüm mücadelem aslında karşımdaki kişinin bende ki değerini yitirmemesi içindir.
Bunun için çırpınırım, çabalarım, doğrularımı önüne sererim, açık oynarım anlamasını beklerim.
Aynı şeyleri yüzlerce kere söyleyip, sıkılmadan tekrar tekrar anlatabilirim. Çünkü kaybetmek istemiyorumdur, çünkü kollarımı açabildiğim kadar çok değer veriyorumdur.
Neticede karşındaki insan gözünden bir kez düşerse; bilirsin hiç bir yarabandi sargı bezi O'na fayda etmeyecek bir daha senin gözünde. Hem "değer" bir kez yitirilince; matematikte değilki bu, "bu olmadı bir de şu değeri verip deneyim" dense. Dedigim gibi, verilen değer bir kez yitirilince, şeytan alıyor götürüyor satıyor getirmiyor! İşte bu yüzden, şeytan alıp götürüp satmadan, yarabandı hükmünü yitirmeden önce söylerim, anlatırım, belki kızabilirim, bağırabilirim. Elimden gelenin fazlasını yapar O'nun için mücadele ederim. Ama bir yerden sonra artık susmuşsam, yalandan bir "neden?" bile demiyorsam; geçmiş olsun. Dönüp dolaşıp gelsede bu dükkan kapalı(!)
Çalışmıyoruz! Bu işyerinde daha önce verilmiş "değere" karşı grev var!

Yalnızlık çok cazip bir fikir gibi gelmiyor bence kulağa

Doğrularından, oluşundan, duruşundan, taviz verme,
Gülüşünden, hayallerinden, verdiğin sözden vazgeçme
Dünü güzel yanlarıyla hatırla,
Şu anı, ne olursa olsun dimdik ayakta yaşa!
Eğer ömrün vefa ederse yarın yeni bir gün unutma.
Her şey herkes değişir. Ne mutluluk ne hüzün, baki değil asla!
Ne hiçbir zaman dert uğramayacakmış gibi bulutların üstünde yaşa, ne de sıkıntıların hiç bitmeyecekmiş gibi umutsuz olma!
Aklının bir köşesine yaz hazırlıklı ol; elbet uğrayacak sana da bir gün, hayata dair ne varsa.
Yalnızlık çok cazip bir fikir gibi gelmiyor bence kulağa, herkes kötü değildir. Birilerine güvenmek zorundasın hayatta. Bu güne dek karşılaşmış olduğun “kötüler,” nazarlık olsun inşallah bundan sonra karşına çıkacak olan iyi insanlara!
Severek tutabileceğin bir el, sarılabileceğin bir bel seni çok daha güçlü yapar hayatta.
Farkında olmasan da tek değil iki kişisindir, Sen değil “siz” sinizdir!
…ve tek heceli en güzel kelime “biz” dir. Hecelenemez, tek seferde “birlikte” söylenmesi gerekir!
Sevdiklerinle ortak paydalarda buluşmaya çalış mutlaka. Ortak anlar, ortak yaşanmışlıklar sizi çok daha yakınlaştırır. Ve hayattan çalınan bu tip zaman dilimleri, hanenize, hayata atılmış bir gol olarak yazılır. Farkında mısın acaba, jeneriklik bir gol attınız hayata!
Olmazsa olmazlarımız arasında “gurur” çoğumuzda liste başı ama sevdiklerinde, gururdaki harf topluluğu kadar önemliler bu dengeyi çok iyi ayarla!
Mutluluk; ne cennet bahçesindeymiş gibi yaşamak, ne de her halinle dört dörtlük olmak, mümkün mertebe boşlukları doldurarak ayakta kalmak.
Boş ver, eyvallah de geç sana yaşatılmış acılara. Kolay değil ama mutlaka geçer gider. Say ki acı biber sürdü hayat ağzına! Bak, öğrendin daha dikkatli adım atmalısın demek ki bundan sonra. 

Artık piyangodan büyük ikramiye bile çıksa, onlar bu dünyanın en bahtsız “insanlarıdır ”

Yorgun zamanlardan arta kalan bizlerde, en büyük sorun sanırım bir türlü dinlememek şimdilerde.
Oysa ne kadar da yorgunsun dimi, yaşatılanları, yaşananları düşünmek bile yoruyor seni!
Neler gördü gözlerin ne sıratlardan geçtin.
Bazen durmak istiyor insan. Çevresinde olup biten ne varsa, bir son bulsun diyor zaman zaman.
“Yorgunluk” hiçte söylenişi kadar kolay değil, ayrıca “tıp” yanılıyor “yetişkinlerde 6 saat uyku” kesinlikle yeterli olmuyor! Hele ki yatakta, bilmem kaç kere sağa sola dönerek uyumaya çalışılmış gecelerin sonunda!
“Bu son” dediğin kaç “yanılgı” bıraktın kim bilir ardında ama olsun sakın kendine kızma.
Yalnız değilsin, herkes yanılır ve inan bana herkesin yanılgıları bulunduğu şehirden yol olur haritanın diğer ucuna!
Konu ne olursa olsun yanılgılarında, güvenmek, inanmak ya da yanlış tercihler; üzülme tek suçlu sen değilsin, kavun değillerdi ki koklayıp bilemezdin.
Hoş kavun güzel bir tat bırakır damaklarda. Bu tipler kelek bile değiller.
Pardon ama keleğin de turşusu güzel olur (!)
Senin güvenini boşa çıkarıp, vefasızlık edenler, en güzel tabirle “gereksizler.” Rica ederim üzülme gerçekten değmezler.
Bir de türlü bahaneleri yok mu, seni “aptal” yerine koymaları; “dur arkamı döneyim muhtelif yerime anlat demek” istiyorum onlara(!) onlar; insanların” aptal” olduğunu sanan aptallar!
Gün olur ağzının tadı yine yerine gelir, “yine kurt gibi acıkırsın” yemekler eski tadını bulur.
“Sıcacık yatağında mışıl mışıl uykuların” olur
Kısacası hayat, senin için yine eski haline kavuşur. Sadece birazcık zaman…
Ama yalanlarla güvenini boşa çıkaranlar var ya, bir ömür boyu, gözünde yitirdikleri insanlıklarıyla yaşamak zorunda.
Artık piyangodan büyük ikramiye bile çıksa, onlar bu dünyanın en bahtsız “insanlarıdır ” şu saatten sonra (!)

Çünkü kişilikleri pazar penyesi gibi(!)

Verdiğin değer sonrası insanların değişmesi senin suçun değil.
Bu konuda anlaşalım kendini suçlama.
Sen, benimseyip sahiplenen herkesin yaptığı gibi doğru olanı yaptın. O’na değerli olduğunu hatırlattın. Yarın olsa, emin ol yine aynı şeyi yaparsın.
Zaten yapmalısın. Yoksa O’nun tüm dünyada ki 9 milyar insandan, senin için farklı olduğunu O’na nasıl anlatacaktın.
Bu yanlış bir şey olmadığı gibi, bunu anlayamamak ve senin verdiğin değeri eline yüzüne bulaştırmak O’nun problemi, verilen değeri “ele yüze bulaştırmaksa” “onlar” adına üzgünüm ama maalesef oturmamış kişilik meselesi(!)
Çünkü verilen değer sonrası, aynı kalmak, o değerin aslında O’nunla değil de, senin “hislerinin güzelliğiyle” alakalı olduğunu anlayabilecek beyne sahip olmak maalesef herkese nasip olmuyor.
Aslında bütün mesele ıslanan kumaşlarda liflerin “şişip”, sonrasında “boyların kısalması” gibi! Senin ya da benim tabirimle “pantolon veya gömleğin çekmesi.”
Demek ki, bazılarını “değerle” yıkamamak gerekiyor.
“Şişiyorlar” sonrasında maalesef “kişilik çekiyor, küçülüyorlar”
Çünkü kişilikleri pazar penyesi gibi(!)
Hal böyleyken; e senin ne suçun var verdiğin “değerin karşılığını göremiyorsan.

Hayata şeker atıp karıştırmak keşke mümkün olsaydı.

Hayata şeker atıp karıştırmak keşke mümkün olsaydı. Buna o kadar çok ihtiyacımız var ki.
Sırf bunun için eminim birçoğumuz bozabilir rejimini. Şu hayatta ağız tadı kadar önemli olan zaten ne var ki? Vücut ölçülerimi? Hepsi laf hepsi hikâye! Mühim olan gözler dolmadan hayatın tadına varabilmek değil mi? Ve ya aldığımız nefesi, “offf” demeden verebilmek güzel olurdu sanki! 
Ya da çorbaya üfler gibi acılara üfleyip soğutabilmek, böyle bir şansımız olsaydı, daha az “yanardı” canımız belki. Çünkü yaşadıklarımız sonrası ağzımız o kadar çok yandı ki, komik belki ama “yoğurdu bile üfleyerek yemeyi” düşünmüyor muyuz şimdi.
Ve şu “kırgınlıklarımız”; elle tutulup gözle görülmüyorlar ama ağırlıkları o kadar çok hissediliyor ki, soyutlukla ilgili bir ağırlık birimi olsa, eminim “1 kırgınlığın karşılığı 1 ton” gelirdi!
Bundan bir sonra yaşayacağın kırgınlık, bu güne dek “çalıştığın yerden” mi çıkar bilmiyorum ama ne yaparsan yap “üzülmemeyi” bir türlü öğrenemiyorsun “kırıldıktan” sonra!
Yine üzülüyorsun, yine üzülüyorsun.
Üzülmek; kimin de gözyaşı, kiminde çalan bir şarkıyla gözlerin dolması!
Bir başkasının da kahkahaların ardına saklanması!
Sen “üzüntünü” nasıl yaşıyorsun bilmiyorum ama yumuşacık yastığının bile uyuman için yeterli olmadığını biliyorum kırıldıktan geceler bile sonra!
…ve el, ayak kırıkları bir tarafa; Tıp’ın da kalp kırıklarına çare olamadıktan sonra “çok ilerlediği” fikri bence çok saçma! Herkesin "kırıkları duruyor" ama "tıp ilerliyor" bizene! Zaten bu fıkra beni her zaman çok güldürüyor(!) Daha fazla uzatmıyorum. Kırgınlık nedir benden çok daha iyi bildiğini biliyorum. Ama dünya küçük bakarsın bir gün karşılar, uzun uzun anlatırız.
Çay çorba mühim değil ama sıcak bir güleryüzün varsa alırım.

Dur bakayım! Sen hata mı yaptın gerçekten çok şekersin.

Kendine kimsenin gözünden bakma ve kimsenin gormek istedigi gibi olmaya çalışma. Bana soracak olursan seni kimin nasil gördüğü hiç önemli değil ama illa birilerinin görmek istediği gibi olmak istiyorsan annenin gözünden bak kendine. Senin bile göremediğin guzellikleri göreceksin kendinde. Bak gördün mü "dünyanın en özel en güzel varlığı hayat bulmuş mis kokulu teninde." 
Ayrıca senin nasıl olman ve davranmanla ilgili sorunu olanlar varsa, sorun olan senin yaşayışın degil; onların yaşadıkları psikolojik rahatsızlıktır mutlaka. Keşke seni ve kişiliğini yaratanın Allahü Teâlâ olduğunu hatırlasalar ama maalesef nato mermer nato kafa(!)
Tabi "başkalarının nasıl gördüğü önemli değil" derken kılığımıza kıyafetimize boşvermiyoruz aman ha! Erkeklerimiz filinta, kızlarımız prenses gibi oluyoruz mutlaka!
Bunun haricinde gerçekten sana bir şeyi dikta ederek "görmek istedikleri gibi hayatına şekil vermek isteyenler" de varsa göz doktoruna gitsin(!) Psikiyatriste gitsin(!) Olmadı hayatından defolup gitsin. Seni nasıl görmek istedikleri senin problemin değil herkes haddini bilsin.
Sen kişiliğin ve kendine has seninle çok güzelsin. Bir şeyler yapmak için çabalarken yaptığın hatalarınla çok özelsin. Dur bakayım! Sen hata mı yaptın gerçekten çok şekersin.

senin içinde mutluluk kaynağı mıdır sütlacın o tatlı pirinçleri?

Nasıl yaşıyorsun, nelerden hoşlanıyorsun bilmiyorum.
Belki kurabiyeyi seviyorsun, belki de üç beyaz; un, tuz, şeker kaygısıyla uzak duruyorsun.
Ben profiterolü çok seviyorum ama belki sen, süt tatlılarından hiç hoşlanmıyorsun.
Sevgini nasıl gösterdiğin hakkında en ufak bir fikrim bile yok.
Belki yanında sebepli sebepsiz “saçma” tebessümler ediyorsun.
Heyecandan avuç içlerin terliyor ama kalkıp bir türlü sarılamıyorsun.
Ama ben dokunmayı seviyorum, nasıl ve ne şekilde olursa olsun; dokunabilmeyi istiyorum. Sahiplenebildiğimi anca böyle hissedebiliyorum.
Sevdiğin mevsim, sevdiğin renk nedir?
Eski Türk Filmleri bende olduğu gibi senin içinde samimiyet mi demektir?
Kahveyi şekerli mi seversin, sade mi?
Bilmem senin içinde mutluluk kaynağı mıdır sütlacın o tatlı pirinçleri?
Mesela benim için dünyanın merkezidir puding yapılmış tencere dibi.
Yaşayışımız, huylarımız, olaylara, hayata bakış açılarımız tamamen farklı senin ve benim “önemli, önemsiz” diye adlandırdıklarımız.
Bambaşka hayatlar sürüyoruz, bambaşka mutluluklar ya da hüzünler yaşıyoruz.
Bütün bunlar bir yana ve eminim öyle bir ortak noktamız var ki, en çok da “en çok sevdiklerin” üzüp, incittiler seni. Çünkü hayat böyle, en çok da sevdiklerimiz kırar bizi.
Çünkü hep savunmasız yakalandın!
“Çünkü kendini hiçbir zaman sevdiklerinden koruma ihtiyacı duymadın!”
Çünkü “duvar” düşmana karşı örülürdü, sen onlara kapılarını sonuna kadar açtın!
Peki, hata mı yaptın? Tabii ki de hayır!
Yüksek duvarların ardından sevecek olsan, gider hayvanat bahçesinde dolaşırdın(!)
Hepimizin sırtında “çok sevdiklerimizden izler var,” bi parça işte!
O yüzden üzülme. Nasıl seviyorsan artık; şekerli, orta ya da sade kalk bir kahve yap benden kendine.

birileri anlasın beni

Birileri anlasın beni!
Ne dedigimi
Ne istedigimi
Nerde, nasıl olmak istedigimi...
Söylediklerimi,
Söylemek istediklerimi !...
Aslında neyi sevip, sevmediğimi!
Birileri mutlu olsun diye sevmediğim şeyleri seviyor gibi görünmeyi hiç sevmediğimi!
Çok iyi konuşup anlatamam evet kendimi
Ama hiç görmediler de rica eder gibi bakan gözlerimi.
Birileri anlasın beni,
Benim de kırılabileceğimi!

zaten sütü de kedi değil sen devirdin!

Zoruna giden " bir iyi geceler mesaji gelmemesi" degil eminim ki. 
Eğer öyle olduğunu bilsem her gece "iyi geceler" mesaji yazardım inan sana. Hatta "Günaydın" mesajları bile yazabilirdim hem topu toplamı kaç lira bu "iyi geceler" mesajının Allah Aşkına. Ama problem bu değil senin için! "İçinden çıkamadığın sorular, cevaplanması gereken nedenler bekliyor seni sıra sıra" için daralıyor, gözlerin doluyor "oysa nasılda içini açmıştın dimi O'na yada insanlara."
Ama şunu bil lütfen, insanların düşünceleri başkalaşabilir, insanlar değişebilir, verilen sözler unutulabilir, söylenmiş sözler söylenmemiş sayılabilir.
Senin bir suçun yok burda. Hayat kimilerine "dansöz" rolü biçiyor ve senin şanssızlığın karşındaki veya karşindakiler rolünü şahane oynuyor. Bu arada odan duman altı camı arala perdeler sararıyor.
İnan anlıyorum seni. Kalbinin nasıl incindigini, giderayak seni suçlu ilan etmelerini, e bahanelerinde bir kılıfı olmalı dimi.
Hele o bahaneleri yok mu "yeme de " yanında yat(!)
Zaten sütü de kedi değil sen devirdin(!) 

koskoca Cüneyt Arkın yanılıyor olamazya!

Film kahramanı gibi davranmayi bırak. Mükemmel olmaya çalışma, hiç bir zaman mükemmel biri değildin ve olmayacaksın da bundan sonra. Neden bu kadar eziyet ediyorsun kendine ayrıca kime neyi kanıtlamak için bu çaba? İnsanlar senin mukemmel olduğunu düşünseler ne olur düşünmeseler ne olur. Ama eğer bu senin için önemliyse dikkat et kişiliğine yazık olur. Sen başkalarının düşüncelerine göre şekillenecek kadar aciz degilsin. Başkalarının "keyfine göre" oyun hamuru şekillenir o da bir kisilik sahibi degildir bilirsin.
Unutma hayatın dümeni senin elinde hal böyleyken birde dümene kargaların konmasına izin verme.
Bir karganın hayatına ne gibi artısı olur ki; "arada şarkı söyler canım sıkılmaz" desen, sesleri de güzel degil ki! Kulak cırmalar baş ağrıtırlar. Zaten uğraşman gereken yeterince şey var başında, bi dünya yük omuzlarında, bir de bütün bunların yanında "başkalarının senin hakkında ne düşündüğünü" omuzlamak... bilmiyorum ben hiç o kadar güçlü olamadım hayatta! Ama seninde süper güçlere sahip bi film kahramanı olmadığını da iyi biliyorum kendi adıma. Mükemmel olmak bi yana... hem boşversene öyle bi gerçek yok bu dünya da. Ama illa bi film kahramanı gibi olmak istiyorsan; bi filmde kırmızı gül takmıştı Cüneyt Arkın kızın saçlarına sende bi demet kırmızı gül alabilirsin O'na. Demek ki bu güzel bir şey, koskoca Cüneyt Arkın yanılıyor olamazya!

konumuz evren ya da gökbilimi değil

Tüm düşünce ve isteklerini "evrene yönelttiğinde" evrenden sana bir ses gelir mi bilmiyorum ama iyi yada kötü anlarda ben her zaman dua etmenin daha yararlı olduğuna inandım hayatta. Bence çok şey beklememek gerekiyor evrenden, evrene yüklenen onca anlamla. Hem yine evren değil mi mani olamayan eteğindeki onca yıldızın kayışına. Neyse tabi ki konumuz evren ya da gökbilimi değil "bu ne saçmalıyor" diyenler olabilir aramızda. Konu şu ki; sığınması gereken limanları iyi seçmeli insan. O "evrenin" de sahibi olan Allah size yeter her zaman. Geri kafalı olabilir veya entelektüel biri olmayabilirim ama hakkınızda hayırlı olan bir şeyin de Allah'ın "ol" demesiyle iyi biliyorum yazılacağını alnınıza. Bunun ötesi yok, anlatmak istediğim bir şey var ki hakkınızda hayırlı olan olmayan ve nasip denen bir şey var hayatta. Nasipten öte köy yok zira. Kısmetinle yolculuk yaparsın ve dileğin hakkında hayırlıysa nasip denen köye ulaşırsın. Üzgünüm ama gerisi biraz hikaye gibi geliyor bana. Hem Allahü Teala değil mi? Size anne ve babanızdan daha şefkatli olduğunu söyleyen okumuşundur ya da duymuşundur mutlaka. Gerçekleşmeyen bir dilek hakkında hayırlı değildir inan bana. Ahkam falan kesmiyorum lütfen bana kızma. "Evrenden" ziyade Allah'a sığınmakta fayda var ama.
Tabi evreninde kendine has güzellikleri var. Yıldızları seyredip en guzel yıldızı O'na benzetmek gibi mesela.

döner ayran 1 lira

Hayat; öyle şaşalı beklentilerden ziyade küçük mutluluklar üzerine kurulmalı bence. Beklenti ne kadar büyük olursa hayal kırıklığının enkazıda o denli büyük oluyor. Sonra o enkazın altında nefes alacak bir boşluk arıyorsun; çırpınıp yoruluyorsun, nefes nefese kalıyorsun. Sonrası çok daha vahim; o enkazdan kurtulsan bile "o beklentiden" başkasıyla mutlu olamıyorsun, gülmüyorsun, hatta yıldızları bile seyretmiyorsun.
İnsanın tabi ki beklentileri olur ya da hayalleri. "Gerçekleşmesini her şeyden çok istediği" dilekleri; acımasız bir yorum olacak belki ama acıya dayanabilecegi kadar olmalı bence kişinin "beklentisi.
Çünkü o yüzde hep düşüktür, beklentilerin "düşlenen haliyle" gerçekleşme ihtimali.
Bütün bunlar bir yana hayat "var olanlarla" güzel bana göre.
Gerçeklerle yüzleşerek olabilitesi yüksek hayaller ve beklentilerle...
Böyle pembe tablodan uzak bir yazı için üzgünüm ama ötesi beklentiler gerçekten kırıyor gerçekten yaralıyor.
Çok daha gerçekçi olmak gerekirse ben mesela döner+ayran = 1 lira hayali kuruyorum acıktığım anlarda. Hem o döneri yeme adabını biliyorum hem o beklentimin gerçekleşeceğini kestirebiliyorum.
Hiç portakallı ördek yeme hayalim olmadı mesela çünkü ne nasıl servis edildiğini biliyorum ne de nasıl yendiğini. Ben yaralanmak istemiyorum.

Kimsenin annesi sen ağlatasın diye getirmedi canı ciğeri yavrusunu dünyaya!

Bahanelerin ardına sığınıp birini terk ederken söylenen "kendine iyi bak" ya da "sen çok iyi birisin" kadar saçma bir söz daha bilmiyorum. Komik olma; madem kendine iyi bakmasını istiyorsun O'nu merak ediyorsun e neden kalıp O'na sen bakmıyorsun? ...ve ya "çok iyi biri" olduğunu düşünüyorsun o zaman neden terk ediyorsun? Hem düşünsene ne kadar şanslısın, dünyada "iyi" olan çok az insandan bir tanesi seni sevmiş daha ne yapmasını bekliyorsun, hiç bilmiyorum, Allah' dan belani mı istiyorsun? Ben sevmiyorum böyle, güya iyi insan pozlarını. İyi insan poz takınmaz, zaten insanlık da takıp takıştırmayla olmaz. Zira zorunlu insanlık ne kadar şık olursa olsun kimseye de yakışmaz. Ne biliyim bi eğreti falan durur(!)" Selülit gibi, ne yaparsan yap ne kadar güzel görünebilir ki. Şu aptal, bahane sahipleri; açık olun, dürüst olun, net olun!
Bırak karşındaki ne kadar kırılıyorsa kırılsın ama O'na gerçeği, O'nu sevmediğini söyle!
Artık hayallerinde yer almadığını çocuklarının anne ya da babası olarak düşlemediğini de söyle! Bir kere olsun iki dakika dürüst ol(!)
Çünkü neden biliyor musun? O'na giderayak küfür bile etsen, sonu olmayan ümitsiz bir bekleyiş kadar incitemezsin de o yüzden! "Kendine iyi bak" falan bir tarafa, eğer gidiyorsan sakın zerre kadar ümit bırakma. Kimsenin annesi sen ağlatasın diye getirmedi canı ciğeri yavrusunu dünyaya!
...ve şu bahanelerle giden zatlar, sizi de anlıyorum belki de, "çocuklukta" bi problem var. Yaşanmamış bir çocukluğun, edinilmemiş oyuncakların bünyede bıraktığı bir hasar var(!) Ama bu insanlarla "oynayabileceğiniz" anlamına gelmez, bir dipnot bunu da bilmenizde fayda var.

bilmiyorum nasıl beceriyorlar gram kemik olmayan kalbi kırmayı acaba?

Zaten hayatta hiç bir şey göründüğü gibi değil ne biliyim buzdolabında çikolata kutusundan turşu çıkması gibi mesela. Bu belki cok basit bir örnek ama yinede güzel olduğunu düşünüyorum hayatı ve insanları anlatabilmek adına! E tabi kimi sürprizler bu kadar komik olmayabiliyor yaşandığı zamanlarda. Mesela "etrafta güleryüze tatlı dile kandığı için" üzülen bunca insan olmazdı, herşey ya da herkes göründüğü gibi olsaydı hayatta ve bu sürprizlerin en kötüsü olarak yazılabilir liste başına.
Ne kadar da can yakar dimi, "sürpriz" doğum günü pastası mumları yerine geçsin diye yaralara üflenmesi. Böyle bir durum karşısında yaşadığın "hüznü" yalnızca sözlük anlamı karşılar mı bilmiyorum ama "üzülmek; bir olay bir durum karşısında incinmek, rencide olmak" degil bence yalnızca. Sen "üzülmek" diye yazarsın; gözyaşı, kırgınlık, kırılmış gurur, kandırılmak ve uykusuz geceler diye yaşarsın!
Üzülme hepimiz kandık zaman zaman bir gülüşe bir tatlı söze diyeceğim ama çok da faydası olmayacak sana.
Biliyorum "kırılan yerin acıyor hala!"
...ve bilmiyorum nasıl beceriyorlar gram kemik olmayan kalbi kırmayı acaba? "Üç vakte kadar güzel şeyler olacak" diyecek kadar iddialı değilim ama güzel şeyler de olacak hayatında söz veriyorum sana!
Hadi gül!

Kulak memesi Kıvamı

Hayat her zaman baklava hamuru gibi kulak memesi kıvamında olmayabilir. Bazen börek de yanabilir, yemeğin altı da tutabilir. Kuş tüyü yatakların hayalini kurmak da bence çok yersiz; mutluluğu, insanlara bel bağlayıp beklentilere endekslemek kadar gereksiz. 
Bir yemek menüsü mesela; acısı, tatlısı, çeşitli sosları, ismini hiç bilmediğin damak tatları, adını bile söylerken zorlanacağın yemek adları ve bütün bunların yanında gözün kapalı yiyebileceğin kuru fasulye kuru soğanı. İşte bu menünün ismi "yaşam" başına gelebilecek olan, için de tüm tatları barındıran. Bazen "acıdan gözün yaşaracak," bazen "tadına doyulmayacak" ama illaki yaşanacak.
En çok sevdiğin renk nedir bilmiyorum ama ben fluyu sevmem yalnızca, bir tek "belirsizliğe" tahammülüm yok hayatta, senin gibi mesela. Ama mavisi, yeşili, pembesi, siyahı, beyazı; tüm bu renkleri içinde bulunduran paletinde adına, işte "hayat" diyorlar ona ve bütün bu renklerle bir gün tanışabileceğini unutma. Her an her şeye hazırlıklı olmakta fayda var. Hem ne diyorlardı "her şey insan için." Bu arada duvarlarda çok koyu renkler ruhu daraltıyormuş mümkün olduğunca kullanmayın oturma odalarınızda. Kulak memesi kıvamında baklava hamuruna dönecek olursakta, boşver her her zaman kulak memesi kıvamında yumuşak davranmasın yaşam sana. Aldırma. Kazandibi diye bir tatlı var mesela, şekeri yakılmıştır, dibi gerçekten acıdır ama bir o kadar da tatlıdır. Yani ne yapıyormuşuz şartları kendi adımıza çevirebilmek adına tüm olanakları zorluyormuşuz.
Bıkmadan, usanmadan yaşıyormuşuz!
Ismi ağır geliyorsa sana, sende "hayat" değil, kazandibi diyebilirsin yaşadıklarının adına. Hem haklısın kazandibi bencede daha sempatik geliyor kulağa. Ne yani dibi tutmuş diye insan kazandibinden vazgeçer mi?

Yattım sağıma Döndüm Soluma Melekler gelsin yanıma

Dünyayı cebime doldurmak gibi bir niyetim yok. Ya da kazık cakmak gibi dünyaya, sahip olduklarım yetiyor bana. Fazlası istek ve çabalar mutsuzluga kestirme yol gibi geliyor bana. Ve asıl mesele insan gerçeklerle yüzleşip olduğu gibi kabullenmeli kendini galiba. Her şey çok daha kolay oluyor o zaman, nasıl ve ne sekilde yaşaman gerektiğini anlıyorsun en azından. Kimseye parmak ısırtmak gibi bir niyetim yok sıradanlik yetiyor bana, şaşalı bir yaşam gibi hayalim de yok ayrıca. Bütün bunlar bir yana yaralarımın kapanmasından başka hiç bir isteğim yok hayatta. Bu kelimeyi çok sevmiyorum ama yine tüm yollar zamana çıkıyor galiba. Ha ben! Dua etmeyi sakın hiç bir zaman unutma. Yattım sağıma döndüm soluma melekler gelsin yanıma.

pilli bebek kurun, oyuncak ayı araba kurun ama kafanızda kurmayın!

Pilli bebek kurun, oyuncak ayı, araba kurun, sabah "vaktinde" uyanabilmek için çalar saati kurun ama kafanızda kurmayın.
Bu size zarar vermekten başka hiçbir işe yaramayacak ayrıca olmayan şeyleri oluyormuş gibi "içerde yaşamak" yalnızca yükünü artıracak. Gerçekte zaten var olan onca derdinin yanına on yüz milyon bin tane daha ekliyorsun hoş bunu hepimiz yapıyoruz ama büyük saçmalık aslında. Bi rahat bırak kendini. Bi düş yakandan, böyle yaparak en büyük kötülüğü sen yapıyorsun sana.
Mesela emin ol, bütün dünya senden ayrıldı diye sevgilin için sıraya girmedi. Kurma kafanda kurma!
Başka bir örnek, insanlar ardından sandığın kadar çok konuşmuyor; zaten bu haddinden fazla "hassasiyetin" seni mutsuz ediyor. Bazen çamaşırları bile zarar görüp, "çekmesin" diye "hassas yıkamada" yıkıyorsun. Ama anlamadığım bu "hassasiyeti" bir tek kendin için göstermiyorsun. Bak elini ayağını çektin her şeyden çünkü kafanda bir şeyler kuruyorsun sonra burnunun önünü göremiyorsun. Kafan da kurma! Gerçekleşmesini istemedigin bütün kötü ihtimalleri gerçekleşmiş ya da gerçekleşiyormuş gibi içinde yaşayıpta yollarını çıkmaz sokaklara çıkarma. Eğer gün olur hiç istemediğin bir ihtimal gerçekleşmiş olursa işte o zaman baş etmeye çalış bir çare ara.
Ama "acaba şöyle mi acaba böyle mi?" diye kafanda kurma.
Bu arada "acaba" yalnızca bir kelime değil ateşin ilk çıngısıdır unutma, yakar seni! Hem hiç birimiz yanmak istemeyiz değil mi?

Elin elin eşeğini türkü çağırarak arar

İyi beslen, sıkı giyin. Yazları gölgede, kışın sıcak yerlerde ol mutlaka. Üzerin açık uyuma! Açık iki pencere arasında kalma usutursun mazallah sonra.
Sonbaharda güvenip güneşli havalara , sakın mont almadan dışarı çıkma.
Saçları kurutmadan sokağa adım atma! Baş ağrısı illet bir derttir dikkat et aman. Önemsiz gibi görünüyor ama çorap önemli bir detay, hastalıklar daha çok ayaklardan yakalar unutma. Kral sofrası olması gerekmiyor illa ama sakın öğünleri boşlama!
Her ne kadar "önemli olan iç guzellik" deselerde inanma. Herkes seni ayakta olduğun kadar ve dış görünüşünle değerlendirir unutma.
Hayallerini bırakma. Hayaller, can sıkan gerçeklere mola verdirip nefes aldırır sana.
Hayatı çok ciddiye alma. Ayrıca hayat, çözülmesi gereken bir problem değil; zaman zaman baş etmen gereken sorunların da olabileceği bir yaşam alanıdır bir de bu açıdan bak olaya. Gülmeyi ihmal etme gülmek neşeden ziyade, seni güçlü gösterir etrafa. Anne babandan başka büyük anlamlar yükleme kimseye ve çok şey bekleme bu seni bir gün hem kırar hem de yorar. Bütün bu yazılanların özeti aslında "el elin eşeğini türkü çağırarak arar" acı ama gerçek bu hayatta.
O zaman kendini iyi bak, unutma ihtiyacın var sana!

Paraların üzerine resminin basılması gibi bir hayalin olmadığını biliyorum

Paraların üzerine resminin basılması gibi bir hayalin olmadığını biliyorum. Yada ele avuca sığmaz şımarık beklenti ve isteklere de ev sahipliği yapmıyor kırgın kalbin eminim.
"Yalnızca dilediğin gibi yaşayıp kafanı dinleyebilmek tüm isteğin."
"Kimin ne hali varsa görsün, dünya onların olsun" diyorsun. Biliyorum "çok yorgunsun, "ayrıca çok bi şey değil, yalnızca kendi yağında kavrulmak" istiyorsun.
"Ama artık sussunlar" di mi, "karışmasınlar yaşadıklarına." "Bir dünyan var ve saygı duysunlar" istiyorsun ona.
Hele bir de " ben olsaydım şöyle yapardım" diye "akıl satmaları yok mu gördükleri hatan sonrası sana ?" "Bilmiyorsun ki kime ne anlatsan acaba, hem ne kadar anlayacaklar seni ayrıca."
"Sanki yerindelermiş gibi, sanki seni hataya zorlayan yaşadıklarını yaşamış gibi, bilip bilmeden konuşmaları yok mu, nede çok üzüyorlar seni"
Aldırma diyeceğim ama , "nasıl aldırmayacağım, üzülüyorum işte" diyeceksin bana. Ama aldırma sineklerin işide vızıldamak bu dünyada(!)
Seni seviyorum, aldırma!

Eğer beynin açılıp bir zemine yayılsaydı yirmi metrekarelik bir alan kaplanabilirdi

Birilerini anlamaya çalışmak oldukça yoruyor beni. Düşünce okuyamadığım gibi ne müneccimim ne de fal açabilirim. Ayrıca kişilerin hâl ve hareketkerine bakarak ne olduğuna dair anlamlar çıkarabilecek kadar da akıllı değilim. 
Oysa yalnızca üç beş kelimeyle benden ne istediğini bana söyleyebileceğin gibi, yine üç beş kelimeyle düşüncelerini bana söyleyebilirsin gibi geliyor sanki.
Ama lütfen benden, yok yere seni anlamamı bekleme.
Ben ne imalardan yola çıkarak doğru sonuca varabilirim ne de seni yeterince anlayabilirim. Böyle bir iletişim şekli bizi yormaktan baska hic bir ise yaramayacağı gibi; ötesi aramıza kalın duvarlar örmek gibi!
Eğer beynin açılıp bir zemine yayılsaydı yirmi metrekarelik bir alan kaplanabilirdi; böyle devasa bir şey ve milyarlarca hücre arasında, ne düşündüğünü anlayıp ne sakladığını bulabilmemin ihtimali yüzde kaç sence? Yüzde bir bile değil bence! Ve yine bence, rica ederim konuş benimle. Ne ben yorulurum ne sen üzülürsün böylece. Lütfen benden sahip olmadığım bir yetenekle, bilinmezi bilmemi bekleme.

suyu da su bardağıyla iç bir daha

Acaba çok mu saçmalıyoruz diye düşünüyorum ara sıra. 
O kadar çok takılıp düşündüğümüz şey var ki, nice kapanmış konulara, geçip gitmiş insanlara bile yer veriyoruz hala hayatımızda. Seni beni yoranda bu aslında ve günün sonunda kalkıp diğer koltuktaki kumandayı alamayacak kadar, bu yüzden yorgun düşüyoruz galiba. 
Sonrası malum açık olan kanalda ne kadar saçma program varsa, reklamlar dahil dönüp duruyor karşında. Çünkü o kadar yorgunsun ki bulaşık makinasından bir tane su bardağı alıp yıkamak yerine çay bardagiyla su içiyorsun mesela. Neden? Çünkü o kadar hoyrat davranıyorsun ki şu ana, dünü de sıkıştırıyorsun şimdiki zamana. Bir koltuğa iki karpuz sığmaz diye bir atasözü var oldukça seviyorum.
Aynı anda geçmişi ve şimdiyi yaşayamazsın anlatabiliyor muyum?
Yorulursun!
Geçmişte ne olduysa ne yaşandıysa,
Kim geldiyse kim gittiyse,
Ne söyledinse, sana ne söylenmişse,
Bitti, hala bugün dünü düşünüyor olmak, dün için ağlamak, kafa yormak, seni mutsuz etmekten başka hiç bir işe yaramayacak dün için kahırlanmak.
Ayrıca suyu da su bardağıyla iç bir daha. Her şeyin bir yakışığı var. Tebessümün yanaklarına yakışması gibi mesela.